10 Şubat 2019

Bursa - Mudanya - Tirilye



Bursa tarihte birçok medeniyete ev sahipliği, Osmanlı Devleti'nin bir dönem başkentliğini yapmış bir şehir olarak şu anda ülkemizin dördüncü büyükşehridir. Tarihe yakından tanıklık etmek isterseniz, birçok şehrimize de ulaşım kolaylığı göz önünde bulundurulursa, bir haftasonu Bursa'yı ziyaret edebilirsiniz.

Bursa Yeşil Cami - süsleme örneği


Bizim rotamız ilk gün, Cumartesi, Bursa şehir merkezi idi, listemizdeki yerleri gezdik ve lezzetli yemeklerini tattık. Ertesi gün, Pazar günü ise, Tirilye ve Mudanya'ya vakit ayırdık.


Bursa'da nereler gezilir?


Bursa'da yerli bir turist olarak gezmek isterseniz, öneriler burada:

1- Irgandı Köprüsü: Bursa'nın camilerini çarşılarını duymuştum da bu köprüyü araştırmalarım sırasında gördüğümde oldukça şaşırdım ve hemen görülmesi gerekenler listesine ekledim. Sanki Floransa'daki ünlü köprü Ponte Vecchio buraya kopyalanmış. İki köprünün de üzerinde dükkanlar veya sanat atölyeleri mevcut, bunlar köprülerin yapımından günümüze kadar ulaşmış. Ve yine her iki köprünün de yapımları kaynaklarda 14. yy. olarak belirtiliyor.

Irgandı Köprüsü

2- Emir Sultan Cami ve Türbesi: 15 yy. başında, Uludağ'ın eteklerinde Yıldırım Bayezıt'ın kızı ve Emir Sultan'ın eşi Hundi Sultan tarafından Emir Sultan'ın vefatı üzerine yaptırılmış. Gördüğümüz kadarıyla oldukça fazla ziyaretçi çekiyor.

Emir Sultan Cami ve Türbesi

3- Yeşil Cami: Bursa'da mimarisi ve renkleri ile beni etkileyen bir cami oldu Yeşil Cami. Kapılarında çok ince taş işçiliği bulunuyor. Caminin büyük bölümü de çinilerle kaplı. Yeşil ve mavi çiniler oldukça güzel, bütünleyici bir görüntü oluşturuyor.

Yeşil Cami

4- Ulu Cami: İsmi gibi heybetli bir cami Ulu Cami. Yapımı 1400 yılında tamamlanmış. Osmanlı'nın çok kubbeli anıtsal yapılarından ilki olarak geçiyor, 20 adet kubbesi bulunuyor.

Ulu Cami

5- Kozahan: 1492 yılında II. Bayezıt tarafından İstanbul'daki cami ve medresesine gelir sağlamak amacıyla yapılmış bu handa eskiden olduğu gibi bugün de ipek ve şallar satılmakta. Ayrıca etrafında Aynalı Çarşı ve Bakırcılar Çarşısı da bulunuyor.

Koza Han

6- Emir Han: Avlusunda oturup yorgunluk kahvesi içebileceğiniz Emir Han'ın üst katlarında ipek ve hediyelik eşyalar satılıyor.

7- Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbeleri: Osmanlı Devleti'nin kurulması ve gelişmesindeki önemli isimler Osman ve Orhan Gazi'nin Türbesi, Tophane semtinde bulunuyor. Buradan ayrıca tüm Bursa'ya hakim bir manzarayı da seyredebilirsiniz.



Bursa'da ne yenir?

Bursa'da yeme-içme oldukça çeşitli. Bir haftasonu boyunca, özellikle yerel tatlar olduğu için tercih ettiğimiz yerlerde oldukça fazla ve lezzetli yemekler yedik:

1- Uludağ Kebapçısı Cemal Cemil Usta: Tabi ki İskender, ufak dükkanları hiç boş kalmıyor.

Uludağ Kebapçısı Cemal&Cemil Usta

2- Acı Dayı Cantık Pide: Kayhan Çarşısı'nda bulunuyor. Cantık Pide için bir çeşit ufak boy açık kıymalı pide denebilir.

Acı Dayı Cantık Pide

3- İdris Pideli Köfte: Burası da Kayhan Çarşısı'nda bulunuyor. İskender gibi altında pideler, üzerinde ise ufak köfteler var. Oldukça lezzetli.

İdris Pideli Köfte

4- Üç Köfte: Burası İvazpaşa Çarşısı'nda bulunuyor, çarşıya girdiğinizde soldaki ilk dükkan. Ufak ama oldukça popüler, çünkü yıllardır burada ve lezzetinden birşey kaybetmemiş. Adı ile servis şeklinin bir bağı var aslında. O da ilk serviste 3 köftenin tabağınıza bırakılması, porsiyonun sonradan tamamlanmasından kaynaklanıyor. Nedeni ise köfteyi soğutmamak.

Üç Köfte

5- Tarihi Yaşayanlar Börekçisi: Börekçi ve pastane diyebiliriz. Oldukça işlek bir caddenin, İnönü caddesinin üzerinde olan şubesine gittik. Yolunuz düşerse özellikle sabah saatlerinde peynirli böreğini deneyebilirsiniz.

Tarihi Yaşayanlar Börekçisi

6- Abdal Simit Fırını: Sanırım Bursa'daki en lezzetli kısmı oluşturdu bizim için. Bir pazar sabahı daha çok endüstriyel ürünlerin ve bıçakların satıldığı dükkanların arasından geçip şirin bir meydana vardık. Burada birkaç fırın bulunuyordu ama biz tavsiye üzerine Abdal Simit Fırını'nın önünde simit ve tahinli pide için kuyruğa girdik. Beklediğimize değdi, çünkü fırından çıkan sıcacık pide ve akışkan tahin bizi bizden aldı.
Meydanda çay bahçeleri bulunuyor. Aldığınız simit ve pideyi, buralarda çay eşliğinde yiyebilirsiniz.
Ancak Pazar günü gidecekseniz, 11'den önce gidilmesi önerilir. Zira oldukça kalabalıklaşıyor.



Tirilye

Pazar günü öğlene doğru Cumalıkızık'a doğru yola çıktık ancak kalabalıktan meydana zor vardık. Pazar günü yolu o tarafa düşeceklere de önerilir, sabah erkenden orada olmakta fayda var. Hal böyle olunca, planımızı değiştirdik ve Tirilye'ye doğru yola çıktık, iyi ki de çıkmışız, Cumalıkızık'taki kalabalıktan sonra burası bize huzur verdi.

Deniz kenarında, ufak, huzurlu eski bir Rum köyü Tirilye. Zamanında sadece Rumlara aitken, Osmanlı dönemi ile 30 Türk hanesi yerleştirilmiş. Sonrasında mübadele ile Rum nüfus Yunanistan'a göçmüş, şu anda sadece Türkler oturuyor.

Sadece sahilinden başlayıp, ara sokaklardan yavaş yavaş, geze geze yukarı doğru çıkmanız bile Tirilye için yeterli. Falezlerin üzerine kurulmuş bir köy olduğu için, tepeye çıktıkça manzara da güzelleşiyor. Biz dinlenmek için ufak bir park bulduk, bankında oturup, hem kış güneşi ile ısındık hem de deniz kokusunu içimize çekip, denizin mavisinde kaybolduk.

Tirilye Plajına tepeden bakış

Bu iniş çıkışlar sırasında, sokaklarda dolaşırken birkaç önemli binaya rastlayacaksınız, bunlar:

1- Fatih Camii ve Avlulu Hamam: Eski bir Ortodoks kilisesi ancak 1560'da minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüş. Hemen yanında ise Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılan Avlulu Hamam bulunuyor.

Fatih Camii

2-Tirilye Taş Mektep: Osmanlı döneminde okul için yaptırılan bu bina, mübadele sonrası önce öksüzler evi sonrasında ise ilkokul olarak kullanıma devam etmiş. 1988'de çürüğe alınarak boşaltılmış. Şimdilerde ise neyse ki restore ediliyor. Bu heybetli yapıyı restorasyon nedeniyle dışarıdan da görememiş olduk ama restore edilip, bakılması, içimize su serpti.

3- Tirilye Dündar Evi: Aslında bir 19. yy kilisesi. Mübadele sonrası özel mülk olmuş, şu anda ne yazık ki kullanılmadığı için atıl duruyor.

Dündar Evi

4- Kemerli Kilise: Burası günümüzde özel mülk ancak Rumlar burayı yılda 2 kez yortu ve paskalya dönemlerinde ziyaret ediyormuş.

5- Tabut Ev: İki sokağın arasına sıkışmış bu ince, uzun ev, şeklinden dolayı bu ismi almış.

Tabut Ev

Mudanya

Kahvaltınızı Bursa'da yaptınız, oradan Tirilye'ye birkaç saatliğine geçtiniz, son olarak artık biraz gezmek ve erken bir akşam yemeği yemek için Mudanya'ya geçebilirsiniz. Tirilye Mudanya arası sadece 11 km, yani yaklaşık 20 dakika. 

İyonyalılardan, Bizanslılara, ardından da Osmanlılara ait olmuş olan Mudanya, kendini en çok da Mudanya Mütarekesi ile hatırlatıyor.

Kurtuluş Savaşı'nın askeri safhasını sona erdiren Mudanya Ateşkes Antlaşması, TBMM tarafından 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya'da bulunan, şimdiki adı ile, Mütareke Evi Müzesi'inde imzalanmış ve şu anda ziyaretçilere açık.

Mudanya Mütareke Evi Müzesi

Bu müzenin hemen yanı başında başlayan sokak Girit Sokağı olarak biliniyor. Sokak boyunca ve kesen ara sokaklarda renkli, ahşap evler dikkatinizi çekecek. Bu sokak İtalyan mühendis Piçiretu tarafından tasarlanmış. Mübadeleden önce gayri müslim ve müslümanların birlikte yaşadığı bu mahalleye, mübadele ile birlikte Girit Türkleri yerleştirilmiş.

Girit Sokağı

Müze ve Girit sokağını gezdikten sonra, deniz kenarında lezzetli yemekler yemek isterseniz, tavsiyemiz: Kıyı Balık. Denizin huzuru ve yemeklerin lezzeti ile günün yorgunluğunuzu burada atabilirsiniz.

22 Mayıs 2018

Türkiye'nin Avrupai Şehri - Eskişehir

Eskişehir'in methini çok kez duymuştum. Öğrenci kenti olması ile birlikte genç bir nüfusa sahip olmasının yanında, bakımlı, temiz, yeşil bir şehir olduğunu ben de bizzat görmüş oldum. Bunların dışında şehirdeki çeşmeler, kanallar ve hatta kanaldaki tekne turları bir an acaba gerçekten Türkiye'de bir şehirde miyim diye düşündürüyor. Özellikle hala Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini sürdüren Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in şehrin şu anki görünümüne bürünmesinde tabi ki payı çok büyük.

Eskişehir - Porsuk Nehri


Eskişehir - Porsuk Nehri


Eskişehir konum itibariyle oldukça merkezi bir şehir olduğundan, ulaşım da hem çeşitli hem de kolay. İstanbul'dan gidecekler için en rahat ulaşım şekli Pendik'ten kalkan hızlı tren olacaktır. 2 saat 40 dk sürüyor. Özellikle bahar ayında yapılan bir seyahatte oldukça yeşil bir tablo seyredeceğinizden bu saatin nasıl geçtiğini büyük ihtimalle anlamayacaksınız. Tren için birkaç öneri:

- Hızlı trende pulman (business), pulman (ekonomi) ve ekonomi yemekli vagon tipleri mevcut. Business'ta tekli koltuklar, koltukların arkasında ekran ve yemek hizmeti bulunuyor. Ekonomi yemekli vagonda, 2 kişilik yan yana koltuklar mevcut. Bazı koltuklar birbirine dönük ve ortasında masa bulunuyor. Yemek fiyatın içinde, servis koltuğunuza yapılıyor. Ekonomi'de ise yediğiniz ve içtiğiniz herşey ekstra ücrete tabi. Ekonomi yemekli vagon bizim gittiğimiz vagondu ve memnun kaldık.

- Bazı koltuklar trenin gidiş yönüne göre ters kalmakta. Ters gitmekten rahatsız olan yolcular olabiliyor. Gidişte 7. sırada lokomotif yönünde gittik, dönüşte ise 5. sıraya kadar koltuklar düz, gerisi ise ters gitmiş oldu. Bu koltuklar vagona göre değişiklik gösterebilir, o yüzden belki de ön sıralardan almakta fayda var. Manzara bakımından a & b koltuklarının tarafında güzel bir tablo sizi bekliyor olacak.

Eskişehir'de aşağıda listelenen tüm yerleri gezmeniz durumunda 2 günde gezebilir, güzel bir hafta sonu geçirebilirsiniz. Yalnız kara iklimi hakim olduğundan en güzel zamanı bahar ayları olacaktır.

Eskişehir'de Gezilecek Yerler:

Odunpazarı, Eskişehir'in ilk Türk yerleşim alanı. Günümüzde, restore edilmiş konakları, çarşıları, müzeleri barındırdığı için olsa gerek, şehrin en tarihi ve turistik, dolayısıyla da en kalabalık bir semti. Birçok görülecek yer bu semtte toplanmış ve hepsi birbirine yakın. Yürüyerek çok rahat gezebilirsiniz. Bunlardan birkaçı:

Odunpazarı


1- Çağdaş Cam Sanatları Müzesi: Sanırım Eskişehir'de en çok beğendiğim yerlerden biri cam sanatları müzesi oldu. Birçok yerli ve yabancı sanatçının cam eserleri şu an sergileniyor ve hepsi birbirinden güzel. Üst katında ise Eskişehir'in tarihi ile ilgili bir şehir müzesi bulunuyor. Bu müze tam Abacı Konak Otel'in karşısında.

Çağdaş Cam Sanatları Müzesi

Çağdaş Cam Sanatları Müzesi


2- Balmumu Müzesi: Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in elinden çıkan, şehre bağışlanmış yaklaşık 160 ünlü kişinin balmumu heykellerinin sergilendiği müze. Yerli turistlerin, okul gruplarının oldukça yoğun bir şekilde ziyaret ettiği bu müzeye girişte oldukça uzun kuyruklar oluşabiliyor. Dolayısıyla okul gezilerinin olduğu bahar aylarına denk gelirseniz, sabah 9 gibi ziyaret edilmesi önerilir. Ne yazık ki bilet internet üzerinden almanız da size bir öncelik kazandırmıyor...

3- Kurşunlu Külliyesi: Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunan vakıf kaydına göre, 1517-1525 yılları arasında Çoban Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Bugün cami, sıbyan mektebi, misafirhane, mutfak, yemekhane ve kervansaray ayaktadır. Külliye'nin içinde ayrıca Lületaşı Galerisi de bulunmakta.

Kurşunlu Cami

Lületaşı Galerisi

4- Atlıhan El Sanatları Çarşısı: 1850 yıllarda yaptırılmış bu çarşı, o dönemde seyyahların, pazarcıların, hem kendilerinin hem de hayvanlarının dinlenmesi için yaptırılmış bir çarşı. Bugün birçok hediyelik eşya satan mağazayı içinde barındırıyor.

Atlıhan El Sanatları Çarşısı

5- Kurtuluş Müzesi: İsmet İnönü I. ve II. İnönü meydan savaşları sırasında bu müzenin bulunduğu evde kalmış, burada planlarını yapmış. O döneme ait ilginç detaylar var bu müzede. Örneğin bir odasında o dönemin gazeteleri, başka bir odada yine o döneme ait karitakür dergilerinden alıntılar mevcut.

Kurtuluş Müzesi

Kurtuluş Müzesi


Eskişehir'deki diğer görülmesi gereken önemli yerler ise:

6- Arkeoloji Müzesi: Eski çağlara dayanan bitki ve hayvan fosillerinden, Roma ve Bizans dönemine, lahitlerden mozaiklere çok çeşitli eserlere ev sahipliği yapan bu müze, 2011 yılında Eti grubunun sponsorluğunda tadilattan sonra yenilenmiş. Aslında ismi de Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi olarak değişmiş. İstanbul'daki kadar heybetli olmasa da görmeye değer.

Arkeoloji Müzesi


7- Bilim Sanat Parkı: Eskişehir'in en büyük parkı. Heybetli kapısından girip, ağaçlıklı yoldan parkın içine ilerlediğinizde bir kez daha ben nerdeyim diye kendinizi sorgulayabilirsiniz. Çünkü gerçekten Avrupa şehirlerindeki parklardan bir farkı yok.
4 bin metrekarelik bu parkın içinde, Disneyland'ı andıran bir masal şatosu, gölet, bu gölet içinde Amerika'nın keşfi sırasında Kristof Kolomb'un kullandığı korsan gemisinin  birebir kopyası, oyun alanları, gözlemevi gibi özellikle gençler ve çocuklar için eğlenceli-öğretici yerler bulunuyor.

Bilim Sanat Parkı


8- Şeyh Şücaeddin-i Veli Külliyesi: Eski bir tekke olan bu yapıdaki Kırklar meclisi hala cemevi olarak ibadet için kullanılıyor. Buranın bahçesinde, Bizans'a ait ufak kalıntılar ve anıt ağaç bulunuyor. Ulaşımı biraz zor, eğer aracınız yoksa burayı listenizden çıkarabilirsiniz.

Şeyh Şücaeddin-i Veli Külliyesi

Anıt Dut Ağacı


9- Seyyid Battal Gazi Türbesi: Bu külliye Eskişehir'in biraz dışında, Seyitgazi ilçesinde, Üçler Tepesi'nde bulunuyor. Seyyid Battal Gazi, İslamiyet'in yayılması için yapılan akınların birinde türbenin bulunduğu yerde 740 yılında vefat etmiş. Bu halk kahramanı için I. Alaattin Keykubat'ın annesi Ümmühan Sultan tarafından türbe ve cami yaptırılmış. Daha sonra buraya vefatından sonra Ümmühan Sultan için de bir türbe eklenmiş. Bence bu yapıyı asıl özel kılan şey, daha türbe yokken burada kalıntıları bulunan bir kiliseye, bugün sadece duvarları kalsa da, ek olarak yapılan bir türbe olması. Aynı zamanda avlusunda hala Bizans'tan kalma bir lahit bulunuyor. Sütunları, Selçuklu mimarisini yansıtan sepet sütunlar. Bu yapıların hepsi, bu topraklardan hangi medeniyetlerin geçtiğini ve hepsinin bir şekilde hoşgörü ile iç içe geçtiğini gösteriyor aslında..

Seyyid Battal Gazi Türbesi

10- Porsuk'ta tekne-gondol turu: Porsuk nehri, Eskişehir'i kuzey ve güney olarak bölen nehirdir. Nehir boyu birçok cafe ve restoran bulunuyor. Ayrıca belediyenin işletmesi olan tekne ve gondol turları da yapılmakta.

11- Devrim Arabası: Devrim arabası, ilk yerli yapım otomobildir. 29 Ekim 1961 tarihinde Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in Eskişehir'i ziyaret edeceği planlanınca, bu otomobil üretilip, sunulmuştur. İlk yerli yapım olduğu için de "Devrim" adı verilmiştir. O dönemin olanakları dahilinde yapıldığı için, kalıcı olmamıştır ancak birkaç yıl sonra "Anadol" adı verilen otomobilin üretimine başlanmıştır.

Eskişehir'de nerede kalınır?

Zincir otellerin bir kısmı burada da var. Ayrıca farklı şehir otelleri de mevcut. Ancak daha otantik bir konaklama isterseniz, Odunpazarı'nda birçok konak tipinde otel bulunuyor. Abacı Konak Otel sanırım bunlardan en biliniri. Tipik Odunpazarı konaklarının restore edilmesinden sonra otele dönüştürülmüş. Odalarının biraz bakıma ihtiyacı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim ancak hem otantik oluşu, hem konakların arasında kalan avlusu biraz bunları görmezden gelmenizi sağlıyor. Güneşli bir bahar sabahı, avlusunda kahve ve güzel bir sohbet sonrası şehri gezmeye devam ettik ve güne keyifle başlamış olduk.

Eskişehir'de ne yenir?

1- Çiğ Börek: Eskişehir denince ilk akla gelen Çiğ Börek oluyor. En önerilen ve en popüler olanı Papağan.

2- Balaban Köfte: Bir çeşit pideli köfte denilebilir. En meşhuru Abdüsselam Balaban Kebap olarak geçiyor. Ayrıca köfte ve balaban için Atlıhan El Sanatları Çarşısı'nın tam karşısında ufak bir köfteci olan Köfteci Ahmet de oldukça meşhur.

3- Met Helva: En meşhuru Tanınmış Helvacı. Ama Pazar günleri kapalı olduğu için diğer farklı markalardan da denenebilir. Örneğin Tarihi Balkan Helvacısı. Tahinli ve cevizli olan yaz helvası da oldukça güzel.

Almadan dönmeyin:

Eskişehir lületaşı ile ünlü, çarşılarda en çok bu taşla yapılan takı ve objeleri görüyorsunuz. Ufak bir hatıra alınmalı. El sanatlarına yatkın olanlar, bu hediyelik eşya dükkanlarından ham lületaşı da satın alıp, kendileri şekil verebilirler.

Belki Eskişehir'e has olmayabilir ancak, tesadüfen uğradığım bir lokumcudan aldığım kaymaklı lokum çok lezzetliydi. Ne yazık ki ismini hatırlayamıyorum ama Atlıhan El Sanatları Çarşısı'nın tam karşısında, Köfteci Ahmet'in yanında. Zaten oldukça kalabalık ufak bir dükkan, almadan dönmeyin.




2 Ocak 2018

Amsterdam - Bir Dünya Şehri

Hollanda'nın başkenti Amsterdam'ın kanallarını,bisikletlerini, lalelerini, peynirlerini veya değirmenlerini uzun uzun anlatabiliriz ama bence öncelikle bahsetmemiz gereken şey Amsterdam'ın bir dünya şehri olması. Çok büyük bir şehir değil belki ama birçok ülkeden birçok milletten insan var bu şehirde. Bununla beraber de neredeyse her ülkenin mutfağına ait çeşit çeşit ve lezzetli restoranlar var. Bu kültür çeşitliliğine rağmen çok da huzurlu.

Amsterdam

Amsterdam için haritayı açtığınızda görülmesi gereken oldukça fazla yer bulacaksınız. Nasıl sığdırırım diye paniğe kapılmayın, hem mesafeler uzak değil, hem de ulaşım ağı oldukça geniş ve dakik. Şehrin içinde tramvay, yürümek istemediğiniz noktada oldukça yardımcı olacaktır. Tabi bisiklet kiralamak da bir opsiyon. Şehir merkezinde en çok tercih edilen şey bisiklet - 1 milyondan fazla bisiklet mevcut. Bu nedenle de her yerde  geçiş öncelikleri var. Hem sürücü hem de yaya olarak çok dikkatli olmak gerekiyor.

Amsterdam'a vardığınızda Schiphol Havalimanı'ndan kalacağınız gün kadar süreleri olan  Amsterdam ve çevresi seyahat kartı alın. (Amsterdam & Region Travel Ticket) Günlüğü 18,5 Euro olan bu kartın maximum süresi 3 gün. Tüm detaylı bilgiyi buradan edinebilirsiniz.
Eğer çok fazla müze gezmeyi planlıyorsanız, müzeleri de kapsayan I Amsterdam Şehir Kartı'nı da tercih edebilirsiniz.

Şehirde herkese göre yapılacak farklı şeyler var, dolayısıyla bir kısmı bu yazıda yok ama gün gün neler yapılabilir, arayanlar için yardımcı olabilir:

Istanbul'dan Amsterdam'a sabah uçağı ile geliyorsanız, 3 saatlik bir uçak yolculuğunun ardından öğle saatlerinde şehire varacaksınız. Havalimanından şehre gelmenin en uygun yolu Schiphol Havalimanı'dan şehrin Merkez İstasyonu'na giden trenler. Yaklaşık 20 dk. sürüyor. Alacağınız toplu taşıma kartı burada da geçiyor. Sonrasında kalacağınız yere göre hemen istasyonun önünden kalkan tramvaylardan uygun olanına binebilirsiniz. Amsterdam'da müzeler genellikle 17:00'ye kadar açık. Dükkanlar ise genellikle 18:00'e kadar. Perşembe günleri ise daha geç yani 21:00'de. O nedenle planlarınızı bu saatlere göre yapabilirsiniz. Müze, alışveriş ve akşam yemeği arasında yapılacak en iyi şey çok sayıda pub'lardan birine girip yorgunluk atmak olabilir.

1. Gün:

Bizim ilk gün için tercihimiz Albert Cuyp market oldu. Amsterdam'ın bu en büyük ve en popüler açık pazarında, tekstilden, hediyelik eşyaya, peynirden, balığa kadar herşey tezgahlarda satılıyor. Ayaküstü yenecek şeyler de mevcut. Her gün 09:00 - 17:00 arası açık. Bu pazarın olduğu sokağı kesen sokaklarda da birçok restoran ve bar var.

Tipik bir Hollanda yemeği olarak gösterilen çiğ ringa balığını buradaki bir tezgahta denemeniz mümkün. Genelde herkes tarafından sevilmiyor ancak denenebilir...Bu civarda en tavsiye edilen yerlerden biri bir hamburgerciydi: The Butcher. Denedik ve gerçekten çok beğendik. Kalabalık olsa da pes etmeyin bekleyin. Hamburgerin yanında tatlı patates kızartmasını deneyin.

The Butcher

Akşam yemeği için tercihimiz daha çok etleri ile meşhur olan Cafe Loetje. Soslu bir et olan Bali Steak burada oldukça popüler. Şehrin birçok yerinde şubesi var, biz Johannes Vermeerstraat'taki ilk şubesini tercih ettik. Rezervasyon şart, diğer türlü özellikle akşam saatlerinde giderseniz biraz beklemeniz gerekecek.

2. gün

Otel rezervasyonumuzu yaparken kahvaltıyı özellikle tercih etmedik ki, Amsterdam'ın şirin ve lezzetli cafelerini olabildiğince deneyelim. Sabah bagelları (susamsız simit şeklinde ekmekler diyebiliriz) ile ünlü Bagels & Beans'de güzel bir kahvaltı ettik. Yine buranın da birçok şubesi var ama bugünü müzelere ayırdığımız için, Van Gogh Müzesi'ne çok yakın olan şubeyi, Van Baerlestraat üzerindeki şubesini seçtik.

Bagels & Beans

Bugün gezeceğimiz Van Gogh ve Rijks Museum biletlerini, uzun kuyruklarda vakit kaybetmemek için online satın almıştık. Kendi internet sitelerinden ulaşacağınız bu biletlerden Van Gogh için özellikle bir saat aralığı seçmeniz gerekiyor. Rijks Museum ise belirli bir tarih aralığı için size bilet sunuyor. Biz öncelikle 11:00'de Van Gogh Müzesi'ne giriş yaptık. Adından da tahmin edilebileceği gibi hem Van Gogh'un tablolarını, hem de hayatına dair bilgileri burada bulduk. Rijks Müzesi'ne geçmeden önce Blushing adlı bir cafede kahve molası verdik.

Van Gogh Müzesi - Ayçiçekleri tablosunu inceleyen öğrenciler

Rijks Museum, Hollanda'nın ulusal bir müzesi. Bugünkü binası 1885'de açılmış. sanat, zanaat ve tarih alanında parçalar sergileniyor. En önemli ve ihtişamlı tablolarından biri Rembrant'ın Gece Devriyesi tablosu. Müzede ayrıca çok geniş bir sanat tarihi kütüphanesi de mevcut.

Rijks Muzesi  - Kütüphane

Müzeyi ne kadar detaylı gezeceğiniz ile bağlantılı olarak yarım gün kadar ayırmanızı ve her şekilde mutlaka gezmenizi öneririm. Bizim bugün 11:00'de başlayan müze gezimiz, 17:00'de müze kapanana kadar devam etti.

Sonraki durağımız kendi biralarını yapan IJ Brewery. Burada 5 bira çeşidinden oluşan tadım menüsünü, Hollanda peyniri eşliğinde tattık. Her Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri 15:30'da 20 kişilik grup olarak tur yapılıyor, biralarını nasıl yaptıkları hakkında detaylı bilgi sahibi olunuyor. Yalnız saatler konusunda dikkatli olunmalı. 14:00 - 20:00 arası açıklar.

Brewery IJ

Akşam yemeği için yine et tercih ettik ama bu sefer Arjantin mutfağına sahip Luna'ya gittik. Yemekler oldukça lezzetliydi ve servisten de çok memnun kaldık. İçerisi biraz küçük olduğundan rezervasyon şart. Trip Advisor üzerinden kolaylıkla yapabilirsiniz.

Bu arada yine önerilen et restoranları arasında bu aralar kaburgası ile ünlü Cafe de Klos ve Cannibale Royale var.

3. Gün

Sabah ilk olarak 9 Streets olarak anılan, ünlü alışveriş bölgesinde yer alan Pancakes Amsterdam'a uğradık. (Berenstraat 38). Sebzeli, tavuklu bir de keçi peynirli krepleri ile kahvaltı ettik. Bagels & Beans kadar bizi etkilemedi. (Zevkler farklı olabilir) Krep yerine sadece pancakeleri de denenebilir. Ama bu şirin dükkan sanırım her görülmesi gereken listesinde yer alıyor. Zira kapısında mutlaka masa bekleyenleri görebilirsiniz. Saat 10:30 gibi kendimize rahatça yer bulabildik.
Buranın birkaç şubesi var. Anne Frank'in evi görülmesi gerekenler listenizde ise bu müze ile aynı caddede bulunan şubesine de uğrayabilirsiniz.

Pancakes Amsterdam

Kahvaltıdan sonraki durağımız Zaanse Schans'te bulunan değirmenler. Buraya Merkez Tren İstasyonunun hemen arkasındaki otobüs duraklarından kalkan otobüs ile 45 dk içinde direkt ulaşabilirsiniz. Ulaşım kartı burada da geçiyor. Dönüşte ise indiğiniz duraktan aynı otobüs ile geri dönebilirsiniz. Her 15 dk'da bir otobüs var.

Zaanse Schans

Zaanse Schans, projelendirilmiş ve sonradan oluşturulmuş bir bölge. Şöyle ki, 19. yy ortalarında endüstriyel dönüşüm Hollanda'nın Zaan bölgesinde görülmüş. 1961 yılından itibaren de, bu bölgedeki evler, Zaanse Schans'a kara veya denizyolu ile taşınmış. Böylece bugün gördüğümüz Zaanse Schans, değirmenleri, tahta evleri ve depolarıyla Zaan bölgesinin o dönemde nasıl göründüğünü bize hatırlatıyor. Şu anda orada bulunan evlerin bir kısmı özel mülk. Diğerlerinde ise, kiminde peynirin yolculuğunu görüp satın alabiliyorsunuz, çikolata dükkanında kendinize sıcak çikolata yapıp, değişik çikolatalar alabiliyorsunuz, tahta ayakkabı yapımını seyredip, değirmen nasıl çalışır tanık olabiliyorsunuz. Böylelikle aslında Hollanda'nın kültürüne de tanıklık etmiş oluyorsunuz. Gireceğiniz dükkanların genel olarak kapanış saati 17:00. Kış sezonunda gün ışığını da hesaba katınca, bu saate kalmamanızı öneririm.

Tahta Ayakkabi Atölyesi

Vaktiniz varsa, yine tipik Hollanda'yı göreceğiniz Edam-Volendam'a da uğrayabilirsiniz. Bahar aylarında ise, lale bahçeleri ile ünlü Keukenhof'u ziyaret edebilirsiniz.

Biz, Zaanse Schans'da yaklaşık 2 saat gezdikten sonra, dönüşümüzü yine aynı otobüs ile yaptık ve günün geri kalanını biraz alışverişe ayırdık. Alışveriş için farklı birkaç yer var Amsterdam'da. Ufak butikleri, antikacıları, sevimli cafeleri ile 9 Streets, lüks markaları barındıran P.C Hooftstraat, farklı markaları barındıran çok katlı De Bijenkorf ve ve sadece yayalara açık olan, farklı bir çok markayı bulabileceğiniz Kalverstraat ve Leidsestraat.

P.C. Hooftstraat

4.gün

Bugüne yine güzel bir sabah kahvaltısı ile başladık ve çok fazla turistin rağbet etmediği, Vondelpark tarafındaki Dignita'ya gittik.

Dignita

Nefis omletleri ile enerji topladıktan sonra, tramvayı kullanıp Dam Meydanı'na vardık, oradan Kalverstraat ve civarındak alışveriş için gezdikten sonra Spui Meydanı'ndaki publardan birinde mola verdik. Bu meydanda Cuma günleri kitap pazarı kuruluyor. Spui ayrıca, şehrin en eski tahta evini de barındıran, belki de çok kez kapısının önünden geçip farkına bile varılmayan Begijnhof'a da ev sahipliği yapıyor. Hele kalabalık bir haftasonu, kapıdan geçip avluya vardığınızda sanki farklı bir zaman dilime geçmiş gibi hissediyorsunuz. Bu avlu 1346 yılında, manastır yeminleri olmadan rahibe olarak yaşayan bir katolik kardeşlik birliği olan Begijntjes için ibadethane olarak yapılmış, ancak artık günümüzde evler kız öğrencilere veya yaşlı kadınlara kiralanmakta.

Begijnhof

Eğer seyahat günleriniz Cumartesi gününü de kapsıyorsa, Jordaan bölgesindeki Noordermarkt'a uğrayabilirsiniz. Burada tezgahlarda antikalardan, organik yiyeceklere neredeyse herşeyi bir arada bulabilirsiniz. Çeşit çeşit mantarlar, istiridyeler, yıllanmış peynirler...Sonrasında ise hem yorgunluğunuzu atmak hem de nefis elmalı pie'larından tatmak için Winkel 43'e uğrayın.

Gün içinde yolunuzu mutlaka Van Stapele'ye düşürün ve canınız tatlı çekmese bile mutlaka içi beyaz çikolatalı sıcak kurabiyelerinden tadın ve hatta paket olarak yanınıza alın. Paket alırsanız 4 gün dayanıyor!

Van Stapele
Bu günü ve Amsterdam gezimizi güzel bir akşam yemeği ile kapatmak istedik ve tavsiye üzerine çok şirin bir Karayip restoranına gitmeye karar verdik: Plato Loco. Yemekleri, servisi, ilgileri, ambiyansı oldukça hoşumuza gitti. Kısaca soğuk bir kış gününde hem içimiz ısındı hem de gezimizi keyifli bir şekilde noktayı koymuş olduk.

Plato Loco




19 Kasım 2017

Gaziantep: Lezzet Turu

Her şey yerinde güzeldir dedik ve Gaziantep'e doğru yola çıktık. Asıl motivasyon yemekti tabii ama gezdiğimiz yerlere, tanıştığımız insanlara da hayran kaldık...

Biz Gaziantep'e 3 gün ayırdık ve bir cuma akşamı geç vakitte gittik ama bu geceyi boş geçiremezdik. Konakladığımız Ali Bey Konağı bizi hemen yürüme mesafesindeki Yener Usta'ya yönlendirdi. Burası Gaziantep Kalesi'ne de çok yakın. Antep yemeklerine, beyran, küşleme, kıyma ve ezme ile giriş yaptık. Yener Usta gece geç vakte kadar açıkmış.

Yener Usta

İlk günümüzde, otelimizin kahvaltısı ile güne başladık. Ev yapımı reçeller, Antep peynirleri, soba üzerinde kaynayan çayımız ve olmazsa olmaz katmerimiz...

Ali Bey Konağı - Kahvaltı


Bu kuvvetli kahvaltıdan sonra, Gaziantep Kalesi'ne doğru yola çıktık. Kalenin seyir terası birkaç yıldır kapalıymış ancak az bir merdiven tırmanıp, yine de Antep'i biraz tepeden gördük ve Kahramanlık Panoramik Müzesi'ni ziyaret ettik. Çoğu zaman tarih kitaplarından ibaret olduğunu sandığımız ve hatta bazen de hatırlamadığımız hikayeler burada sanki dün gibi kısa belgesellerle anlatılıyor ve heykellerle can buluyor. Müzede, Antep direnişini hakkında detaylı bilgi ediniyoruz. Giriş ücretsiz.

Kahramanlık Panoramik Müzesi

Bir sonraki durağımız, Katmerci Zekeriya Usta. Gaziantep'te mutlaka gidilmesi gereken yerlerden sadece bir tanesi. Yanında dilerseniz süt, dilerseniz çay ile servis ediliyor. Antep'teki bu ilk katmer deneyimimizdi, sonradan diğer katmerlerde de farkedeceğimiz şey, daha önce yediklerimiz gibi çok tatlı olmamasıydı. Katmere tatlıyı veren burada içindeki kaymak aslında. Fazladan bir şerbet eklenmiyor.

Katmerci Zekeriya Usta

Katmerin üzerine bir kahve iyi gider diyerek, yolumuzun üzerindeki Tarihi Gümrük Han'ın içerisinde Kahveci Seddar Bey'in tescilli iki renkli kahvesi için mola verdik. Dışardaki kalabalıktan sonra burası oldukça sakin ve keyifliydi. Kahvemiz ise oldukça ilginçti. Gerçekten bir tarafı koyu, bir tarafı açık renk olan bu kahveden ne taraftan bir yudum aldıysak, farklı bir tat aldık.

Tarihi Gümrük Han

Kahveci Seddar Bey'in iki renkli kahvesi

Gümrük Han'da birkaç ufak dükkan da bulunuyor. Bunlardan yemenici ve Antep'e özgü bir kumaş olan kutnu kumaşı dikkatimi çekenlerden. Dükkan sahibi hanımdan öğrendiğim kadarıyla, kutnu kumaşı, ipek ve pamuk karışımı bir kumaş. Bir ara kaybolmaya yüz tutmuş ama şimdilerde tekrardan canlandırılıyor. Desenleri Türkiye'nin pek çok yöresine ait.

Kutnu Kumaşları

Günün geri kalanını Gaziantep Hayvanat Bahçesi'ne ayırdık. Çok büyük bir araziye kurulmuş olan Hayvanat Bahçe'sinde yok yok: Fil, zebra, aslan, kaplan, yırtıcı kuşlar, maymunlar, akvaryum bunlardan sadece birkaçı. Üstelik içinde bir de Safari Park var. Burada geyik, deve ve birkaç türden kuş serbest dolaşıyor, biz de onları kendi ortamlarında yaklaşık 10 dk. süren safari otobüsünde görme imkanı bulduk.

Hayvanat Bahçesine ulaşım özel araçlarla veya şehir merkezinden kalkan otobüslerle sağlanabilir. İki saatinizi buraya ayırmanızı öneririm.
Giriş tam 7 TL. Detayları buradan öğrenebilirsiniz.

Aldığımız temiz hava sanırım bizi acıktırdı. Dönüş yolunda Üçler Kebap ve Lahmacun'a uğrayıp Antep lahmacununu deneyelim istedik. Oldukça lezzetliydi. Akşam yemeğimizi Gar'ın içindeki Akınal Gar Restaurant'ta yedik. Mezelerden humus, antep zeytinli otlu salata, patlıcan dilimi üzerinde peyniri beğendik. Ana yemek olarak da sac kavurma spesyalleri diyebilirim. Tatlı olarak fiks cennet meyvesi üzerine tahin, pekmez, kuru üzüm ve susam konulmuş bir tatlı ikram ediyorlar. Gün içerisindeki koşturmadan sonra buradaki uzun, keyifli yemeğimiz oldukça iyi geldi.

Akınal Gar Restaurant

Gaziantep'teki ikinci günümüzde rotamız önce Halfeti sonra Şanlıurfa Balıklı Göl.

Halfeti, Şanlıurfa'ya bağlı, Fırat nehri kıyısında bir ilçe. 2000 yılında Birecik Barajı'nın yapımı sonucunda ilçenin 3/5'ü, 2 ay içinde sular altında kalmış, geri kalanı için ise yeni yerleşim alanı oluşturulmuş (Yeni Halfeti). Daha da önemlisi Halfeti, Cittaslow'a dahil olmuş. Öğrendiğimiz kadarıyla, Halfeti'nin iki ünlü şeyi daha var: Karagül ve Şabut Balığı. Karagül, dünyada sadece Halfeti'de yetişiyor. Gonca halindeyken siyah, açtıkça koyu kırmızı rengi alıyor. Farklı bölgelerde de yetişebilir ama rengi değişiyor, kırmızıya dönüyor. Şabut balığı ise, sadece Fırat nehrinde bulunan bir tatlı su balığı. Biz yemedik ama oldukça lezzetli olduğu söyleniyor, bu bölgedeki yüzen restoranlarda deneyebilirsiniz.

Halfeti

Halfeti

Halfeti'de, Fırat nehri boyunca yaklaşık bir saatlik tekne turları yapılıyor. Tekne turu için mutlaka Mehmet Amca'yı öneririm. (5353481780) Biz de kendisini tesadüfen bulduk ama sanki senelerdir tanıyor gibiydik. Kendisi ile buluştuğumuzda, bizi bahçesinde yetiştirdiği karagüller ile karşıladı. Oradan Eski Halfeti'ye inip, marinadan teknesine bindik. Mehmet Amca'nın, hem birkaç kişilik özel, hem de genel olarak dolup kalkan gezi tekneleri var. Biz özel tekne ile çıktık ve kendisinin keyifli sohbetiyle Fırat nehrinde dolaştık.

Tekne turlarında, hem buranın doğası ile baş başa oluyorsunuz, hem de yer yer batık şehirleri görüyorsunuz. Kimi yerde, yarısı suya gömülmüş bir cami, kimi yerde, terkedilmiş evler...Nehir boyunca ilerleyince sol tarafta tepede Rum Kale'yi görüyorsunuz. Son birkaç senedir, burada restorasyon devam ettiği için Kale'yi gezemiyoruz ama etrafında tekne ile dolaşırken heybeti bizi oldukça etkiliyor. Sağ tarafta sadece teknelerin yanaştığı ufak bir çay bahçesi var, burada da çayımızı içtikten sonra başladığımız yolculuğu bitiriyoruz. Tekne turları için en iyi zaman Nisan'dan Ocak ayına kadar. Aradaki birkaç ay çok kışa geldiği için kimi tekneler suda çekiliyor.

Öğlen saatlerinde Halfeti'den ayrıldık. Urfa'ya geçmeden önce, yemek molası verelim istedik ve Halfeti'ye yaklaşık 45 dk. uzaklıktaki Birecik'e vardık. Birecik de Fırat kıyısında bir ilçe.
Burada tavsiye edilen, 2 farklı şubesi de olan, Gülbaba Kebap'a uğradık. Bu lokantanın haşhaş ve patlıcan kebabı oldukça ünlü. Gerçekten de ikiside ve bir de açık ayranları çok lezzetliydi. Yolunuz düşerse kesinlikle tavsiye ederim.

Yemek molamızdan sonra yaklaşık 1 saat mesafedeki, Şanlıurfa'ya, Balıklı Göl'e doğru yola çıktık. Balıklı Göl aslında 2 ayrı gölden oluşuyor: AynZeliha ve Halil-Ür Rahman. Halil-Ür Rahman, İbrahim Peygamber'in ateşe atıldığında düştüğü yere, Ayn Zeliha ise İbrahim Peygamber'in ateşe atıldığı sırada onun için ağlayan Zeliha'nın gözyaşlarından oluşan göle deniyor. Halil-Ür Rahman tarafında bir de gölü çevreleyen bir cami bulunuyor. İki gölün olduğu yer de çok güzel ve üstelik beklediğimizin aksine oldukça yeşillik bir alan. Belki de bu nedenle, Pazar günü de buraya gittiğimiz için, hem yerli halkla hem de yerli turistler ile oldukça kalabalıktı.

Balıklı Göl

Urfa'daki bu kısa molamızdan sonra akşam için Antep yemeklerine doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız Metanet Lokantasından ayrılan şefin geçtiği yer olan Dukat. Akşam saatleri olduğu için beyran kalmamıştı ama lahmacunu ve küşlemesi oldukça güzeldi. Oradan da yine listemizde bulunan Akşam Simit'e, simit şeklindeki katmerini yemek için uğradık ve beğendik.

Akşam Simit

Gaziantep turumuzun son gününde, şehirde vakit geçirdik. Sabah kahvaltımızı Antep usulü yapalım istedik ve Metanet Lokantası'ında beyran içerek ile güne başladık.

Metanet Lokantası'nda Beyran

Ardından hemen karşısındaki Metanet Katmer ve Simit Fırını'na geçip, katmerini denedik ki oldukça lezzetliydi.

Bu kadar yemişken, tarihi Tahmis Kahvesi'nde dinlenip kahvemizi içtik. Hem dibek kahvesi hem de melengiç kahvesi ile ünlü bu kahve, 1638 yılında, hemen arkasında bulunan Mevlihane'ye gelir getirmesi için yaptırılmış tarih kokan bir kahve.

Tahmis Kahve'sinde kahve molası

Yemeğe dair kısmı bitirip, listemizdeki yerlerin üstünü çizip, buradan önce yöresel ürünler satan Almacı Pazarı'ına vardık. Birbiri ile neredeyse aynı gibi görünen birçok dükkan arasından Efendioğlu Gurme'den biraz alışveriş ettik.

Sonrasında hemen yanı başındaki Bakırcılar Çarşı'sına uğradık. Burada tesadüf girdiğimiz ve alışveriş yaptığımız Güzel Sanat Galerisi isimli dükkanı tavsiye ederim (no:20). Orhan Bey bize hem seçimlerimizde yardımcı oldu, hem de sohbetiyle dükkanında keyifli vakit geçirdik. Burada ikram edilen, bana göre kekik çayını andıran zahter çayını da oldukça beğendim.

Bakırcılar Çarşısı - Zahter çayı

Bu alışverişlerden sonra ve vakit öğlene yaklaşırken, listemizin üst sıralarındaki lokantaya doğru yola çıktık: Kebapçı Halil Usta. Küşlemesi ile ünlü bu lokanta oldukça turistik diyebiliriz. Belki de iş günü olması nedeniyle hem birçok iş adamını hem de bizim gibi yerli turistleri ağırlıyordu. Tercihimizi diğer kebaplar olsa bile küşlemeden yana kullandık. Gayet güzeldi ama açıkçası ben ( belki de denk gelmiştir) Dukat'ın etini daha çok beğendim.

Halil Usta'da küşleme

Artık biraz enerji atmaya ihtiyacımız vardı. Bir sonraki durağımız, hem de yemek yediğimiz yere yürüme mesafesinde olan Zeugma Mozaik Müzesi. Buraya yaklaşık 1,5 saatinizi ayırmanız gerek. Ağırlıklı olarak Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan mozaikler buraya çok güzel bir şekilde sergileniyor. Girişte 3 boyutlu gözlüklerle izlenen, Zeugma'nın tarihini anlatan bir film odası var. Müzeyi gezmeye bu filmden sonra başlayınca, herşey biraz daha anlam buluyor.

Zeugma Mozaik Müzesi

Mozaikler, evlerin ve süs havuzlarının zeminlerinde kullanılmış. Ağırlıklı olarak da mitolojik figürler. Çok iyi bir şekilde bu zamana kadar korunmalarının nedeni, evlerin damlarının kerpiçten olması ve şehir Sasaniler tarafından istila edildiğinde ve yakıldığında damların direkt yıkılması ile üzerlerinin kaplanması.

Müzenin en ünlü parçalarından biri Mars heykeli. 2000 yılında Zeugma'da kazılar sırasında bulunmuş. Yangınlardan üç farklı yerinden hasar görmüş. ama hala sapasağlam ayakta. Bu heykelin, bu zamana kadar çıkmış diğer Savaş Tanrısı olarak bilenen Mars'tan biraz daha farklı olduğu söyleniyor. Bir elinde sadece Fırat'ta yetişen  bir bitki, diğer elinde de asası var. Bu nedenle Savaş ve Yaşam Tanrısını betimlediğine inanılmış. Dönüşümü simgelediğine dair yorumlar da mevcut.

Mars Heykeli

Müzenin diğer bir önemli parçası ise, Çingene kızı. Aslında bu figür büyük bir mozaiğin ufak bir parçası. Ne yazık ki, hem define avcılarının hem de kaçakçıların yok ettiği bir mozaikten şans eseri bu kısım kurtarılmış. Kazı esnasında büyük küpeleri, dağınık saçları ve çıkık elmacık kemiklerinden dolayı, arkeologların, bir ortam şakası olarak ona Çingene Kızı dedikleri söyleniyor.
Gözlerinde, üç çeyrek bakış tekniği kullanılmış, yani hem neşe hem de hüznü aynı anda yansıtılmış. Bu teknik resim sanatında daha sonra büyük sanatçılar tarafından da kullanmış. En önemli örnek Da Vinci'nin Mona Lisa'sı!

Müzeden hayranlıkla çıkıyoruz. Artık Antep'te son saatlerimiz ve bunu iyi değerlendirmemiz gerek diyerek, önce baklava için Zeki İnal'a uğruyoruz. Ama buranın asıl, eseri demeliyim, ürünü şöbiyet. Gerçekten hayran kaldık. Buradan da son durağımız olan, Aşina Gaziantep Mutfağı'na, ev yemeklerini tatmak için uğruyoruz. Yuvalama, biber dolması, Ali Nazik buranın ünlü yemekleri.

Gaziantep gezisini genel olarak değerlendirdiğimde, sadece lezzet gezisi olarak gidilmemesi gerektiğini söyleyebilirim. Müze, Halfeti ve hatta şu an koruma altında olan Zeugma Antik Kenti mutlaka görülmesi. Yemekleri oldukça lezzetli, bizi kendine hayran bıraktı ama gittiğimiz yerlerin fiyatları, belki de artık turistik olması sebebiyle, İstanbul'un sadece biraz altında. Ama ilkbaharda tekrar gelinmesi gerek gibi...